Yılın son
haftasında da devam ettiğimiz “öğrenen öğretmen” eğitimleri kapsamında ODTÜ
Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Bölümü öğretim üyesi Soner Yıldırım’dan bir
eğitim alma şansım oldu. Eğitimin konusu “Teknoloji Çağı Çocuklarını Eğitmek”
Konu, adından
da anlayacağımız üzere biz öğretmenlerin kafasının en karışık olduğu kavram olan
“teknoloji” üzerineydi. Sınıf öğretmenleri olarak derslerimizde zaman zaman
teknolojinin eğitim konusunda sağladığı nimetlerden faydalanırken zaman zaman
da -özellikle çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerine şahit olduğumuzda ya da
bunlarla ilgili bir şeyler okuduğumuzda- teknolojiyi tamamen yok sayma eğilimdeyiz. Dinlediklerim
eğitim teknolojilerini kullanırken dikkat etmem gereken noktalarda
farkındalığımın artmasını sağladı. Öğrendiklerimi yazıya dökmek istedim.
Öncelikle
öğretebilmek için öğrenmenin ne olduğunu iyice anlamamız gerekiyor. Öğrenmenin
iki önemli temeli var. Bunlardan biri hepimizin bildiği üzere fizyolojik
temeller. Öğretmeni olduğumuz yaş grubunun fizyolojik özelliklerini çok iyi
bilmeli ve tanımalıyız. Yaş düzeyine uygun olarak öğrencilerin hareket
ihtiyacına cevap vermeli, aralıklı ve çoklu tekrarlar yapmalıyız. Bir diğer
temel ise genellikle göz ardı etme eğiliminde olduğumuz öğrenme psikolojisi. Aslında
yapmamız gereken şey belki de işin psikolojik boyutunu ön plana çıkarıp
kalıplardan kurtulmak… Öğrencilerin duygularını işin içine katarak yaptığımız
her hamle öğrenmenin kalıcı olmasını sağlıyor.
“Bu
kalıplardan kurtulurken teknolojiyi nasıl kullanmalıyız?” sorusu burada
karşımıza çıkıyor. Bunun için de yapmamız gereken, öğrencilerimizin fizyolojisi
ile bağlantılı olarak insan beynini tanımaya çalışmak.
Bu konudaki
ilk ve en önemli bilgi, beynimizin 4.5 milyon yılda evrimleşmiş olduğu bilgisi.
İnternet ise hayatımızda sadece 20 yıldır etkin, üstelik sürekli gelişiyor. İnternetle birlikte insan o kadar fazla
bilgiye maruz kalıyor ki düşünme kapasitesi 20 yıl öncekiyle aynı olan beynimiz
buna uyum sağlamakta zorlanıyor. Kısacası bu kadar fazla bilgiyle beynimiz başa
çıkamıyor.
Aldığım
eğitimde paylaşılan bir araştırma beni gerçekten çok etkiledi. Bu araştırmanın
ortaya koyduğu sonuçlara göre, ortalama bir ortaokul öğrencisi bir gününün
145-225 dakikasını internette geçiriyor. Bu 4 saatlik bir süre demek… Gününün 9
saatini okulda geçiren bir öğrenci için bunun ne kadar büyük bir zaman aralığı
olduğunu fark ettiğimde gerçekten çok şaşırdım. Eve döndükten sonra aileleri
ile geçirebilecekleri vakitlerinin neredeyse tamamı demek bu…
Başka bir
araştırmanın sonuçlarına göre, en iyi öğrenme kanalı youtube. Ancak burada yer
alan videoların süresi 3 dakikayı geçerse kapatılıyor. Teknolojinin bizi
getirdiği nokta çocukların sadece duyarak ve görerek öğrenme konusunda istekli
hale gelmiş olmaları. Dikkat süresi artık 8 saniyeye kadar düşmüş durumda.
Buradan yola
çıkarak günümüzde sosyal becerilerini geliştirmiş olan insanların öne çıkmaya
başladığını söyleyebiliriz. Yani empati kurabilen, problem çözme becerisi
gelişmiş insanlara daha çok ihtiyaç duyuluyor. Bunu fark edip önlem almaya
çalışan ülkeler var. Örneğin İngiltere’de matematik dersi başarısının düşmesi
üzerine çocuklara felsefe okumaları yaptırılıyor ve başarının artmaya başladığı
gözlemleniyor. Farklı ülkelerde yapılan çalışmalarla bu örnekler çoğaltılabilir.
İngilizce "no mobile phobia" dan türetilen nomofobi cep
telefonuyla iletişim olanağından uzak kalma korkusu olarak tanımlanıyor ve genç
nesilde gittikçe yaygınlaşmakta. Cep telefonuna ulaşamayan çocuklarda panik ve
kaygı artışı başlıyor ve bazı durumlarda olumsuz fiziksel tepkilere kadar gidebiliyor.
Buna bağlı olarak ders süreleri çocuklara uzun gelmeye başlıyor ve çocukları
sınıfta tutmak zorlaşıyor.
Peki biz ne yapmalıyız? Eğitim teknolojilerini, öğrencilerin kritik
düşünme becerilerini geliştirecek şekilde kullanmaya gayret ederek
başlayabiliriz. Bir problemi farklı yollardan çözmeye yarayan yaratıcılık
kavramını ön planda tutmalıyız. Öğrencilerin hareket ihtiyacını karşılamaya
yönelik etkinlikleri ders planlarımıza dahil etmeliyiz. Elle yazı yazmanın,
parmak kullanımı ile öğrenme arasındaki bağlantının farkında olup öğrencilerin
kendilerini yazarak ifade etmelerinin önünü açmalıyız. Öğrenmede hikayelerin ve
hikayeleştirmenin önemini fark ederek bu alanda çalışmalarımızı artırmalıyız.
Bunları yaparken teknolojiyi amaç olarak değil araç olarak kullanmak
hedeflerimize ulaşmamızı kolaylaştırabilir. Tamamen yok saymadan, yerinde ve
kıvamında kullanarak…