27 Mart 2019 Çarşamba

Kütüphaneler Haftası Kutlu Olsun...

eşekli kütüphaneci ile ilgili görsel sonucu

Kütüphaneler aklın tedavi yerleridir.
Scilus
Bu hafta “Kütüphaneler Haftası” vesilesiyle Fakir Baykurt tarafından kaleme alınan, Mustafa Güzelgöz’ün, hayatının anlatıldığı “Eşekli Kütüphaneci” adlı kitaptan bir bölüm paylaşmak istiyorum.
Mustafa Güzelgöz, namı diğer Eşekli Kütüphaneci…
Ürgüp’teki kitaplığı yönetirken otuzdan fazla köyün halkına eşekle kitap taşıdığı için takılmıştır bu ad Mustafa Güzelgöz’e. Herkes, özellikle kadınlar kitap okusun diye yıllarca çırpınmıştır Eşekli Kütüphaneci. Bir taraftan iklim koşulları ve Orta Anadolu’nun coğrafyasıyla savaşırken bir taraftan da gericilik, tembellik ve cehaletle boğuşmak zorunda kalmıştır. Başarısı yalnız Türkiye’de değil, dünyada yankı uyandırmış, Amerika’da düzenlenen “Halkına Hizmet Eden İnsanlar” yarışmasında birinci olmuştur.
Onun başarılarının ardından Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde bir kürsü açılır. Türkiye’de ilk kez kütüphanecilik eğitimi başlar. Çok fazla tanınmamış olsa da ülkemize önemli bir hizmette bulunmuş Mustafa Güzelgöz’ün hayat hikayesi Fakir Baykurt’un son romanıdır aynı zamanda.

Kitap sevgisi yüzünden benim Eşekli Kitaplık işine koyulmamın bir nedeni daha var; bu neden beni çok tedirgin ediyordu. Bunu bilmem ki nasıl anlatayım? Kaymakam başta sekiz on memur bir köye gidiyoruz. Köylüler bizi karşılıyor. Herkesin altına birer sandalye sürüyorlar. Doktorun, ziraatçının, veterinerin, ortaokul müdürünün, öğretmenin, nüfusçunun…  Ama bana sandalye yok. Örneğin Aksalur’da iki kişi bir sandalyeye oturduk. Demek bana sandalye düşse bile yarım düşüyor, kimi yere onu bile bulamıyorum. Bu duruma çok kızıyorum.
Bir de benim içimde yanan ateşi anlaman için evinde hiç kitabın olmadığını düşün. Bununa kalma, bu yaşına kadar ders kitabı dışında hiç, din kitabı dışında hiç kitap okumadığını düşün. Bununla da kalma bu yaşına kadar hiç okuma yazma bilmediğini düşün. Çevremizde cahilliğin etkileri gün geçtikçe artıyor, yurtta karanlık bastırıyordu. Orda burada öğretmenlere saldırılar oluyordu. Cumhuriyete karşı alttan alta kımıldanan düşmanlık öğretmenlere çevriliyordu.
Bir gün kendi kendime “Kızma Bay Mustafa, ne kızıyorsun? Altına sandalye sürülenler köylüye az çok bir hizmet götürüyorlar. Sen de yap hizmet, senin altına da sürsünler! Kızmakla eline bir şey geçmez.” dedim. 
Düşündüm: Ama ben ilçede kitaplık memuruyum; köylüye nasıl bir hizmet götürebilirim? Köylülere hizmet götürebilmem için köye dönük bir görevimin olması gerekir. Düşündüm: Var mı öyle bir görevim? Yoksa, yok mu? Belki vardır, iyi düşün bakalım.
Düşündüm: Ben de kitap götüreyim. Ama nasıl götüreyim kitabı? Kimi köylerde halkodaları vardı; onlar çoktan kapandı ama yapıları duruyor. Kalkıp Karain köyüne gittim. Eski Halkodası yapısını alıp köy kitaplığı yapayım diye düşündüm.
Muhtar İsmail Ağa’yla konuşuyorum. Halkodası’nın yapısını ver, kitaplık yapayım! Beyim diyor, bizim yolumuz, köprümüz, çeşmemiz yok; kitaplığı ne yapacağız? Anlatıyorum ona: Eğer kitaplığınız olursa, yolunuz, çeşmeniz, köprünüz de olur. Muhtar İsmail Ağa, “Gerekmez Mustafa Bey, kalsın!” diyor. Karain köyünden sonuç alamadan dönüyorum. Öbür köylere gidiyorum, sonuç yok. Eski Halkodalarını kimi muhtar ağıl yapmış, kimi muhtar ahır; vermiyorlar. Düşünüyorum: Köylülere nasıl götüreyim kitabı?
Akşam aklımda bu, sabah aklımda bu. Bir gün “Eşekle götür ulan, eşekle!” dedim kendi kendime. “İki sandık yaptır üçer gözlü. Doldur kitapları sandıklara, sür eşeği köylere! Böyle böyle köylüleri okumaya alıştır.” İçime bir sevinç doldu. Eşekten bol ne var? Orta Anadolu’nun her yeri eşek dolu.  Yaptıracağım sandığın planını çizdim. Marangoz istediğim sandıkları yaptı. Bir büyük defter aldım, çizdim, böldüm. İşgörene de anlattım. İkimiz gittik. Ben bağırdım: “Haydin kitapçı geldi! Haydin kitapçı geldi haaaa!”
Çok hoştur öykümün burası. Köyüler birer ikişer evlerinden çıkıp çevremizi alıyor. Soruyorlar ne kitabıdır gelen? Din kitabı mı? Hayır, din kitabı değil, okunacak kitaptır, bilgi kitabı. Yani insanı bilmezlikten kurtaracak kitaplar.
Soruyorlar: Parayla mı?
Yanıt veriyoruz: Hayır.
Soruyorlar: Arpa, buğdayla mı?
Yanıt veriyoruz: Hayır, adınızı yazdırıp alacaksınız, götürüp evde okuyacaksınız. Biz on beş gün sonra geri geleceğiz. Bunları sizden geri alıp yenilerini vereceğiz.
Söylediklerimi anlamaya çalışıyorlar. Bir kitaplara, bir bize bakıp usulca “Peki.” diyorlar. Köylülere kitap götürmenin, çöllere su götürmek gibi olduğunu hissediyorum o anda…
(Eşekli Kütüphaneci- Fakir Baykurt/Literatür Yayınları-On Birinci Basım)


Kitaplara ve Okumaya Dair

  KİTAPLARA VE OKUMAYA DAİR “Akşam vakti, büyüleyici bir masalın tam ortasındaki bir çocuğa, kerameti kendinden menkul bir gerekçe göstere...