![]() |
Kütüphaneler aklın tedavi yerleridir.
Scilus
Bu hafta
“Kütüphaneler Haftası” vesilesiyle Fakir Baykurt tarafından kaleme alınan,
Mustafa Güzelgöz’ün, hayatının anlatıldığı “Eşekli Kütüphaneci” adlı kitaptan
bir bölüm paylaşmak istiyorum.
Mustafa Güzelgöz,
namı diğer Eşekli Kütüphaneci…
Ürgüp’teki
kitaplığı yönetirken otuzdan fazla köyün halkına eşekle kitap taşıdığı için
takılmıştır bu ad Mustafa Güzelgöz’e. Herkes, özellikle kadınlar kitap okusun
diye yıllarca çırpınmıştır Eşekli Kütüphaneci. Bir taraftan iklim koşulları ve
Orta Anadolu’nun coğrafyasıyla savaşırken bir taraftan da gericilik, tembellik
ve cehaletle boğuşmak zorunda kalmıştır. Başarısı yalnız Türkiye’de değil,
dünyada yankı uyandırmış, Amerika’da düzenlenen “Halkına Hizmet Eden İnsanlar”
yarışmasında birinci olmuştur.
Onun
başarılarının ardından Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde bir kürsü açılır.
Türkiye’de ilk kez kütüphanecilik eğitimi başlar. Çok fazla tanınmamış olsa da
ülkemize önemli bir hizmette bulunmuş Mustafa Güzelgöz’ün hayat hikayesi Fakir
Baykurt’un son romanıdır aynı zamanda.
Kitap sevgisi
yüzünden benim Eşekli Kitaplık işine koyulmamın bir nedeni daha var; bu neden
beni çok tedirgin ediyordu. Bunu bilmem ki nasıl anlatayım? Kaymakam başta
sekiz on memur bir köye gidiyoruz. Köylüler bizi karşılıyor. Herkesin altına
birer sandalye sürüyorlar. Doktorun, ziraatçının, veterinerin, ortaokul
müdürünün, öğretmenin, nüfusçunun… Ama
bana sandalye yok. Örneğin Aksalur’da iki kişi bir sandalyeye oturduk. Demek
bana sandalye düşse bile yarım düşüyor, kimi yere onu bile bulamıyorum. Bu
duruma çok kızıyorum.
Bir de benim
içimde yanan ateşi anlaman için evinde hiç kitabın olmadığını düşün. Bununa
kalma, bu yaşına kadar ders kitabı dışında hiç, din kitabı dışında hiç kitap
okumadığını düşün. Bununla da kalma bu yaşına kadar hiç okuma yazma bilmediğini
düşün. Çevremizde cahilliğin etkileri gün geçtikçe artıyor, yurtta karanlık
bastırıyordu. Orda burada öğretmenlere saldırılar oluyordu. Cumhuriyete karşı
alttan alta kımıldanan düşmanlık öğretmenlere çevriliyordu.
Bir gün kendi
kendime “Kızma Bay Mustafa, ne kızıyorsun? Altına sandalye sürülenler köylüye
az çok bir hizmet götürüyorlar. Sen de yap hizmet, senin altına da sürsünler!
Kızmakla eline bir şey geçmez.” dedim.
Düşündüm: Ama
ben ilçede kitaplık memuruyum; köylüye nasıl bir hizmet götürebilirim?
Köylülere hizmet götürebilmem için köye dönük bir görevimin olması gerekir.
Düşündüm: Var mı öyle bir görevim? Yoksa, yok mu? Belki vardır, iyi düşün
bakalım.
Düşündüm: Ben
de kitap götüreyim. Ama nasıl götüreyim kitabı? Kimi köylerde halkodaları
vardı; onlar çoktan kapandı ama yapıları duruyor. Kalkıp Karain köyüne gittim.
Eski Halkodası yapısını alıp köy kitaplığı yapayım diye düşündüm.
Muhtar İsmail
Ağa’yla konuşuyorum. Halkodası’nın yapısını ver, kitaplık yapayım! Beyim diyor,
bizim yolumuz, köprümüz, çeşmemiz yok; kitaplığı ne yapacağız? Anlatıyorum ona:
Eğer kitaplığınız olursa, yolunuz, çeşmeniz, köprünüz de olur. Muhtar İsmail
Ağa, “Gerekmez Mustafa Bey, kalsın!” diyor. Karain köyünden sonuç alamadan
dönüyorum. Öbür köylere gidiyorum, sonuç yok. Eski Halkodalarını kimi muhtar
ağıl yapmış, kimi muhtar ahır; vermiyorlar. Düşünüyorum: Köylülere nasıl
götüreyim kitabı?
Akşam aklımda
bu, sabah aklımda bu. Bir gün “Eşekle götür ulan, eşekle!” dedim kendi kendime.
“İki sandık yaptır üçer gözlü. Doldur kitapları sandıklara, sür eşeği köylere!
Böyle böyle köylüleri okumaya alıştır.” İçime bir sevinç doldu. Eşekten bol ne
var? Orta Anadolu’nun her yeri eşek dolu.
Yaptıracağım sandığın planını çizdim. Marangoz istediğim sandıkları
yaptı. Bir büyük defter aldım, çizdim, böldüm. İşgörene de anlattım. İkimiz
gittik. Ben bağırdım: “Haydin kitapçı geldi! Haydin kitapçı geldi haaaa!”
Çok hoştur
öykümün burası. Köyüler birer ikişer evlerinden çıkıp çevremizi alıyor.
Soruyorlar ne kitabıdır gelen? Din kitabı mı? Hayır, din kitabı değil, okunacak
kitaptır, bilgi kitabı. Yani insanı bilmezlikten kurtaracak kitaplar.
Soruyorlar: Parayla mı?
Yanıt veriyoruz: Hayır.
Soruyorlar: Arpa, buğdayla mı?
Yanıt veriyoruz:
Hayır, adınızı yazdırıp alacaksınız, götürüp evde okuyacaksınız. Biz on beş gün
sonra geri geleceğiz. Bunları sizden geri alıp yenilerini vereceğiz.
Söylediklerimi
anlamaya çalışıyorlar. Bir kitaplara, bir bize bakıp usulca “Peki.” diyorlar.
Köylülere kitap götürmenin, çöllere su götürmek gibi olduğunu hissediyorum o
anda…
(Eşekli
Kütüphaneci- Fakir Baykurt/Literatür Yayınları-On Birinci Basım)