15 Aralık 2019 Pazar

Okuyan Beyin


Bir insan ne kadar çok kelime bilirse zekasını o ölçüde kullanmış olur.
Namık Kemal
Ekim ayının ilk haftasında ODTÜ’de katıldığım Zeka ve Yetenek Kongresi’nde satışı yapılan kitapları incelerken bir kitap gözüme çarptı: Bahri Karaçay’ın Tübitak Yayınlarından çıkardığı “Mutlu Beyin” isimli popüler bilim kitabı… Son zamanlarda beyin üzerine yapılan çalışmalar çok ilgimi çektiği için almadan geçemedim. Büyük bir heyecanla bir solukta okudum.
Öncelikle, kolaylıkla okunabilen ve okurken çok şey öğreten bir kitap olduğu bilgisini paylaşmak isterim. Müzik dinlerken, endişelendiğimizde, aşık olduğumuzda kısacası neredeyse her durumda beynimizde neler olduğunu akıcı bir dille anlatan bir çalışma.
Benim en çok ilgimi çeken kısım ise “Okuyan Beyin” bölümü oldu. “Neden okumalıyız? Öğrencilerimize neden okuma alışkanlığı kazandırmalıyız?”  sorularına oldukça tatmin edici yanıtlar bulduğumu söyleyebilirim. Sürekli okumalarını söylerken aslında neyi hedeflediğimizi bir kez daha kavramamı sağladı. Hepimizin bildiği gibi okumayı keşfetmek, insanlık tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri. Bu keşifle birlikte tür olarak entelektüel açıdan gelişmeye başladık. Okuryazarlık günümüzde iyi bir yaşam sürdürmenin ön koşulu haline geldi. Okuyan beyinde neler olup bittiğini 2000’li yıllarda öğrenmeye başladık. Okumanın beyin üzerindeki etkisini bilmenin eğitim sistemi üzerinde büyük etkisi var.
Üzerinde hiç düşünmediğimiz, doğal olarak ve kolayca yerine getirdiğimiz “okuma işlevi” aslında beynin olağan üstü başarılarından biridir. Okuma, gözlerin yazılı kelimeleri algılamasıyla başlar. Beyaz kâğıt ve üzerindeki siyah harflere ait bilgi, tüm şekli ile değil, sayısız parçalara ayrılmış olarak algılanır ve beynin görme merkezine ulaştırılır. Görme merkezimiz bir yandan bu bilgileri tekrar bir araya getirirken bir yandan beynimiz harfleri sese dönüştürür. Harfler hem belirli bir sesi hem de belli bir anlamı olan kelimeler olarak algılanır.
Sonuç olarak, okuma işleminde harflerin algılanması sadece işin başlangıcıdır. Okumanın gerçekleşmesi çok daha karmaşık bir işlevdir.  Dahaena ve grubu okuma işlevini şöyle açıklıyor: “Beynin sol bölgesinde bulunan harf kutusu, harflerin ve kelimelerin görsel şekillerini algılıyor. Harf kutusu, bu bilgiyi sol yarı küredeki çok sayıda değişik bölgeye iletiyor. Bu bölgeler arasındaki karşılıklı bilgi akışı sonucu sadece insan türüne ait olağanüstü bir beceri gerçekleşiyor.
Peki okumanın insan beyni üzerinde ne tür bir etkisi var? Daha fazla okuyan çocuklar ile daha az okuyan çocukların zihinsel yetkinlikleri arasında fark olabilir mi?
Pittsburg’daki Carnegie Mellon Üniversitesi Bilişsel Beyin Görüntüleme Merkezi araştırmacılarından Marcel Just ve Timothy Keller, 8-12 yaşları arasındaki çocuklarla okumanın beyin üzerindeki etkisini araştırdı. Bir grup okuma problemi olan çocuklardan oluşuyordu. Kontrol grubunda ise normal düzeyde okuyabilen çocuklar yer aldı. Araştırmacılar özel bir teknik kullanarak bu çocukların beyinlerini inceleyerek “beyaz madde” adı verilen, bir bakıma şehirler arası yollar gibi beynin değişik bölgeleri arasında bilgi akışı sağlayan bölgelere baktılar. Çalışma, okuması zayıf olan çocukların beyinlerinin beyaz maddesinin yapısal kalitesinin, normal okuyan çocuklarınkine kıyasla daha düşük olduğunu ortaya koydu. Çalışmanın devamında, okuması zayıf olan çocuklara 100 saatlik özel bir program uygulandı. Bu programda öğrenciler, belli kelime ve cümleleri defalarca tekrar edip okumalarını ilerletti. Programın bitiminde, çocukların beyin görüntüleri yeniden alındığında sadece okuma yeteneklerinin değil, beyin dokularının da değiştiği ortaya çıktı. Yoğun program, bu çocukların beyinlerinin beyaz maddesinde iyileşmeye neden olmuştu, meydana gelen değişiklik önemli düzeydeydi. Daha da önemlisi iyileşme miktarı ile okumadaki ilerleme arasında birebir bağlantı olmasıydı. Beyinlerinde daha fazla iyileşme olan çocukların, okumalarında daha fazla iyileşme gözlenmişti. Daha önce yapılan çalışmalarla bu son çalışma birlikte değerlendirildiğinde okumanın beyinde sadece gri maddeyi değil, sinirler arası bağlantılar olan beyaz maddeyi de etkilediği ortaya çıkmış oldu. Bir diğer deyişle okuma beyinde yapısal değişikliklere neden olmuştu.
Bunun dışında, çocuk psikolojisi dalında yazılmış en ünlü kitaplardan biri olan “Çocukların Zihinleri” adlı kitabın Edinburgh Üniversitesi’nden gelişim psikolojisi profesörü olan yazarı Margaret Donaldson, doğudan tecrübe edilen şeylerle ilgili olmayan konular üzerinde düşünebilme becerisinin okuma ile kazanılıp geliştiğini belirtiyor.
Bütün bu sonuçlar, çocukların gelişimi için okumanın olağanüstü önemini gözler önüne seriyor. Çocuklar için yapılabilecek en büyük iyilik onlara okuma sevgisini aşılamaktır. Çocuğun kelime hazinesinin gelişmesinin büyük ölçüde yeni kelimelere maruz kalması sayesinde gerçekleştiği eğitim bilimciler arasında kabul gören bir bakış açısıdır. Bu konuda araştırma yapan çok sayıda bilim insanı ise kelime haznesinin konuşma sırasında veya başkasından duyulan sözcüklerle değil, çok okuma sayesinde geliştiğini belirtiyor. Bunun gerisinde yatan nedenlerin en başında, yazılı metinlerin konuşma diline ve sözlü medya araçlarında kullanılan dile kıyasla hem çok daha fazla sayıda kelime içermesi hem de kullanılan kelimelerin çeşitliliğinin çok daha fazla olması geliyor. Yapılan araştırmalar istatistiki olarak konuşma dilinin yazı diline kıyasla çok yoksul olduğunu gözler önüne seriyor. 
Okuma alışkanlığı kazandırmanın önemini soyutlaştıran bu bölümü okuduktan sonra öğrencilerimle yapacağım çalışmaları bir kez daha gözden geçirme ihtiyacı hissettim. Henüz hayatın başında olan çocuklarımızın beyinlerinin gelişimi için mutlaka daha çok okumalarını, daha çok sözcük kullanmalarını, daha çok sözcüğe maruz kalmaları gerektiğini bir kez daha fark ettim.


Kitaplara ve Okumaya Dair

  KİTAPLARA VE OKUMAYA DAİR “Akşam vakti, büyüleyici bir masalın tam ortasındaki bir çocuğa, kerameti kendinden menkul bir gerekçe göstere...