Bir insan
ne kadar çok kelime bilirse zekasını o ölçüde kullanmış olur.
Namık Kemal
Ekim
ayının ilk haftasında ODTÜ’de katıldığım Zeka ve Yetenek Kongresi’nde satışı
yapılan kitapları incelerken bir kitap gözüme çarptı: Bahri Karaçay’ın Tübitak
Yayınlarından çıkardığı “Mutlu Beyin” isimli popüler bilim kitabı… Son
zamanlarda beyin üzerine yapılan çalışmalar çok ilgimi çektiği için almadan
geçemedim. Büyük bir heyecanla bir solukta okudum.
Öncelikle,
kolaylıkla okunabilen ve okurken çok şey öğreten bir kitap olduğu bilgisini
paylaşmak isterim. Müzik dinlerken, endişelendiğimizde, aşık olduğumuzda
kısacası neredeyse her durumda beynimizde neler olduğunu akıcı bir dille
anlatan bir çalışma.
Benim en
çok ilgimi çeken kısım ise “Okuyan Beyin” bölümü oldu. “Neden okumalıyız?
Öğrencilerimize neden okuma alışkanlığı kazandırmalıyız?” sorularına oldukça tatmin edici yanıtlar
bulduğumu söyleyebilirim. Sürekli okumalarını söylerken aslında neyi
hedeflediğimizi bir kez daha kavramamı sağladı. Hepimizin bildiği gibi okumayı
keşfetmek, insanlık tarihinin en büyük dönüm noktalarından biri. Bu keşifle
birlikte tür olarak entelektüel açıdan gelişmeye başladık. Okuryazarlık
günümüzde iyi bir yaşam sürdürmenin ön koşulu haline geldi. Okuyan beyinde
neler olup bittiğini 2000’li yıllarda öğrenmeye başladık. Okumanın beyin
üzerindeki etkisini bilmenin eğitim sistemi üzerinde büyük etkisi var.
Üzerinde
hiç düşünmediğimiz, doğal olarak ve kolayca yerine getirdiğimiz “okuma işlevi”
aslında beynin olağan üstü başarılarından biridir. Okuma, gözlerin yazılı
kelimeleri algılamasıyla başlar. Beyaz kâğıt ve üzerindeki siyah harflere ait
bilgi, tüm şekli ile değil, sayısız parçalara ayrılmış olarak algılanır ve
beynin görme merkezine ulaştırılır. Görme merkezimiz bir yandan bu bilgileri
tekrar bir araya getirirken bir yandan beynimiz harfleri sese dönüştürür. Harfler
hem belirli bir sesi hem de belli bir anlamı olan kelimeler olarak algılanır.
Sonuç
olarak, okuma işleminde harflerin algılanması sadece işin başlangıcıdır.
Okumanın gerçekleşmesi çok daha karmaşık bir işlevdir. Dahaena ve grubu okuma işlevini şöyle
açıklıyor: “Beynin sol bölgesinde bulunan harf kutusu, harflerin ve kelimelerin
görsel şekillerini algılıyor. Harf kutusu, bu bilgiyi sol yarı küredeki çok
sayıda değişik bölgeye iletiyor. Bu bölgeler arasındaki karşılıklı bilgi akışı
sonucu sadece insan türüne ait olağanüstü bir beceri gerçekleşiyor.
Peki okumanın insan beyni üzerinde ne tür bir
etkisi var? Daha fazla okuyan çocuklar ile daha az okuyan çocukların zihinsel
yetkinlikleri arasında fark olabilir mi?
Pittsburg’daki
Carnegie Mellon Üniversitesi Bilişsel Beyin Görüntüleme Merkezi
araştırmacılarından Marcel Just ve Timothy Keller, 8-12 yaşları arasındaki
çocuklarla okumanın beyin üzerindeki etkisini araştırdı. Bir grup okuma
problemi olan çocuklardan oluşuyordu. Kontrol grubunda ise normal düzeyde
okuyabilen çocuklar yer aldı. Araştırmacılar özel bir teknik kullanarak bu
çocukların beyinlerini inceleyerek “beyaz madde” adı verilen, bir bakıma
şehirler arası yollar gibi beynin değişik bölgeleri arasında bilgi akışı
sağlayan bölgelere baktılar. Çalışma, okuması zayıf olan çocukların
beyinlerinin beyaz maddesinin yapısal kalitesinin, normal okuyan çocuklarınkine
kıyasla daha düşük olduğunu ortaya koydu. Çalışmanın devamında, okuması zayıf
olan çocuklara 100 saatlik özel bir program uygulandı. Bu programda öğrenciler,
belli kelime ve cümleleri defalarca tekrar edip okumalarını ilerletti.
Programın bitiminde, çocukların beyin görüntüleri yeniden alındığında sadece
okuma yeteneklerinin değil, beyin dokularının da değiştiği ortaya çıktı. Yoğun
program, bu çocukların beyinlerinin beyaz maddesinde iyileşmeye neden olmuştu,
meydana gelen değişiklik önemli düzeydeydi. Daha da önemlisi iyileşme miktarı
ile okumadaki ilerleme arasında birebir bağlantı olmasıydı. Beyinlerinde daha
fazla iyileşme olan çocukların, okumalarında daha fazla iyileşme gözlenmişti.
Daha önce yapılan çalışmalarla bu son çalışma birlikte değerlendirildiğinde okumanın
beyinde sadece gri maddeyi değil, sinirler arası bağlantılar olan beyaz maddeyi
de etkilediği ortaya çıkmış oldu. Bir diğer deyişle okuma beyinde yapısal
değişikliklere neden olmuştu.
Bunun
dışında, çocuk psikolojisi dalında yazılmış en ünlü kitaplardan biri olan
“Çocukların Zihinleri” adlı kitabın Edinburgh Üniversitesi’nden gelişim
psikolojisi profesörü olan yazarı Margaret Donaldson, doğudan tecrübe edilen
şeylerle ilgili olmayan konular üzerinde düşünebilme becerisinin okuma ile
kazanılıp geliştiğini belirtiyor.
Bütün bu
sonuçlar, çocukların gelişimi için okumanın olağanüstü önemini gözler önüne
seriyor. Çocuklar için yapılabilecek en büyük iyilik onlara okuma sevgisini
aşılamaktır. Çocuğun kelime hazinesinin gelişmesinin büyük ölçüde yeni
kelimelere maruz kalması sayesinde gerçekleştiği eğitim bilimciler arasında
kabul gören bir bakış açısıdır. Bu konuda araştırma yapan çok sayıda bilim
insanı ise kelime haznesinin konuşma sırasında veya başkasından duyulan
sözcüklerle değil, çok okuma sayesinde geliştiğini belirtiyor. Bunun gerisinde
yatan nedenlerin en başında, yazılı metinlerin konuşma diline ve sözlü medya
araçlarında kullanılan dile kıyasla hem çok daha fazla sayıda kelime içermesi
hem de kullanılan kelimelerin çeşitliliğinin çok daha fazla olması geliyor. Yapılan
araştırmalar istatistiki olarak konuşma dilinin yazı diline kıyasla çok yoksul
olduğunu gözler önüne seriyor.
Okuma
alışkanlığı kazandırmanın önemini soyutlaştıran bu bölümü okuduktan sonra
öğrencilerimle yapacağım çalışmaları bir kez daha gözden geçirme ihtiyacı
hissettim. Henüz hayatın başında olan çocuklarımızın beyinlerinin gelişimi için
mutlaka daha çok okumalarını, daha çok sözcük kullanmalarını, daha çok sözcüğe
maruz kalmaları gerektiğini bir kez daha fark ettim.