30 Nisan 2019 Salı

Çocuk Edebiyatında Nitelik Sorununa Dört Farklı Bakış


Çocuklar için yazmanın çocukça bir iş olduğunu söyleyenler çocukluk ediyorlar. Çocuklar için yazmak ciddi bir iştir çünkü. Bunu söyleyenlere gülüp geçmek mümkün ama üzerinde düşünülse daha iyi olur.
Güneşe Yol Yapan Çocuk/Mustafa Ruhi Şirin
Çocuklar için yazmanın, çocuk edebiyatı için üretmenin çocukça bir iş olmadığına, üzerinde düşünülmesi gerektiğine birçok kişi katılıyor olmalı ki geçtiğimiz günlerde, Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Okulları’nda “Çocuk Edebiyatında Nitelik” sorununu tartışmak üzere, bir çocuk edebiyatı sempozyumu düzenlendi. 
20 Nisan’da gerçekleştirilen etkinlikte yer alan, çocuk edebiyatında nitelik sorununu yayınevi, yazar, editör ve kütüphaneci gözüyle ele alan “Çocuk Edebiyatında Nitelik Sorununa Dört Farklı Bakış” adlı panel benim için oldukça ilgi çekiciydi…


Moderatörlüğünü Mavi Bulut Yayınları’nın sahibi, yazar Fatih Erdoğan’ın üstlendiği, İstanbul Türk Kütüphaneciler Derneği Başkanı Emine Gür, Kök Yayınları Editörü Ebru Batur Musaoğlu, yazarlar Erdem Seçmen, Habib Bektaş ve Birsen Elkim Özen’in katılımcı olarak yer aldığı panelde çocuk edebiyatında niteliği geliştirmek için yapılabilecekler üzerinde duruldu.
Kütüphaneci Emine Gür ile birlikte çocuk edebiyatında nitelik sorununa kütüphaneci açısından baktık önce.  Emine Gür'e göre çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmada kütüphanecilere çok büyük bir görev düşüyor. Bu durumda ilk yapılması gereken kütüphanecinin bunu yapmak için nerede duracağına hızlı bir şekilde karar vermesi. Okuma alışkanlığını ailede kazanmış olan çocuklarla yol kat etmek çok kolayken kitap okuma alışkanlığı olmayan, kitaplara aşina olmayan çocuklarla ilerlemek çok zor. Evde okuma alışkanlığı geliştirilmemiş öğrenciler söz konusu olduğunda, kütüphaneci ailelerle işbirliği yapmalı, çocuk ve aileyi aynı anda tanımalı. Aile-kütüphane işbirliği okulların gündemini meşgul etmeli. Özel okullarda son 20 yılda büyük bir gelişme gösteren kütüphaneler, öğrencilerin akademik ve edebi gelişimlerine katkıda bulunurken devlet okullarının birçoğunda kütüphanenin olmamasına Emine Gür özellikle dikkat çekti. Kütüphanesi olan okullarda ise çalışan kütüphaneci bulunamıyor. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı’nın adım atması ve lisansı bu yönde olan kişileri istihdam ederek ülke çapında kaliteli okuryazarlık çalışmalarını başlatması gerekiyor. 
Yazarlar açısından bakıldığında ise anadili algısının sağlanmasının ön plana çıktığını görüyoruz. Katılımcı olan yazarlar belirli konularda aynı fikirdeler. Çocuklarla edebiyat arasında bağ kurmaya başlanmadan önce anadili algısı oluşturulmazsa, kitapların dünyasına girmelerini sağlamak çok zor olabiliyor. Çocuklar doğru okuyamıyor, doğru yazamıyor bunun sonucunda da soru sorma becerileri gelişmiyor. Anadili ile gerektiği şekilde tanıştırılmayan çocuk, dilin ve edebiyatın tadına varamıyor. Yapılması gereken, dilbilgisi kurallarını kavratma kaygısına düşmeden önce; anadili elle tutulur hale getirerek yeni ufuklar açmak.
Diğer taraftan çocuk edebiyatına dair ürünlerin sorgulayıcı metinler olması önemli. Tüm sanatçılar gibi yazarlar da protest insanlar ve etraflarında olup bitenlere dur demek için kalemlerini kullanıyorlar. Çoğu zaman yayınevleri yazarlara kitapların satılabilmesi için protest düşüncelerini bir tarafa bırakmaları, kitaplarında daha genel geçer konulara yer vermeleri  konusunda baskı yapıyorlar. Düşüncelerini kitaplarına istediği gibi yansıtamayan, farklı bir deyişle sansürlenen sanatçı ise  istediği nitelikte eserleri ortaya koyamıyor.
Editörler ise nitelikli kitabı diğerlerinden ayırt etmek için konuya daha sonuç odaklı yaklaşıyorlar. Ancak iyi yayınevleri bunun doğru olmadığını savunuyor. Sosyal medyada çok söz edilen, kitabevlerinde vitrinlerde yer alan çocuk edebiyatı eserlerinin her zaman kaliteli olduğunu varsaymak doğru olmaz. 
Bu değerli görüşleri dinlediğimizde öğrencilerimiz için kitap seçerken sıklıkla kendimize ve birbirimize sorduğumuz “Nitelikli çocuk kitabı nasıl olmalı?” sorusunun cevabını bulmuş oluyoruz.
 İlgi çekici karakterlerin çocuğu farklı bir dünyayla tanıştırdığı kitap niteliklidir; çünkü sıradanlık çocuklar için değildir. Yaşam alanı dünyaya kapılarını açmış, hayal gücü gelişmiş çocuklar sıradanlıktan uzaklaşırlar. Sıradan olmayan her çocuk dünya için bir renktir.
Empati kurma, problem çözme becerisini kazandıran kitap niteliklidir çünkü; empati kurmayı öğrenmiş olan çocuk ne şu anda ne de gelecekte zorba olmaz. Zorba olmayan her çocuk gelecekte dünya barışına katkıda bulunmaya aday bir insandır.
Hayal gücünü besleyen kitap niteliklidir çünkü; çocukların iç dünyasını geliştirir. Hayal gücü beslenmiş her çocuk aslında yüzünü bilime dönmüş bir yetişkindir.
Sadece çocuklar tarafından değil yetişkinler tarafından da beğenilen kitap niteliklidir çünkü; kitapların yetişkinlerin süzgecinden geçmiş olması, hayatta zaten var olan yanlışı olumlamak yerine eleştirmesi sevgi dolu bir toplumun temelidir.
Ve ahlaki kaygılardan arınmış ama "çocuğun yaşına uygun olarak" arınmış kitap nitelikli kitaptır çünkü; sanatın görevini yerine getirir ve bizim her şeyle karşılaşmamızı sağlar. Dünyanın iyilikleri, güzellikleri olduğu kadar kötü ve çirkin şeyler de olduğunu kitaplardan okuyarak çocuk yaşta kabullenen okur  yeldeğirmenleri ile savaşabilecek cesareti kendisinde bulur.

18 Nisan 2019 Perşembe

Hayvan Çiftliği Üzerine Bir Söyleşi

Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir. / George Orwell
Bütün kitaplar eşittir ama bazı kitaplar öbürlerinden daha eşittir. / Cemal Üster

Geçtiğimiz ocak ayında Kolektif Sanat Atölyesi B.iz Mekân’da harika bir söyleşiye katıldım.  Katıldığım günden bu yana deneyimimi yazıya dökmek istesem de sürekli erteledim. Yazmak istedim çünkü söyleşiden çok keyif aldım. Erteledim çünkü bu kadar önemli bir eser hakkında yazmak çok zordu. Hayvan Çiftliği; üzerine çok yazılmış, çok yorum yapılmış bir peri masalı. Bütün hayvanların eşit ama bazılarının öbürlerinden daha eşit olduğu bir peri masalı…

Eseri ilk okuduğumda yıl 2004’tü ve çok etkilenmiştim. Çok gençtim ve zaten dünyaya açılan her pencereden etkilenmeye çok istekliydim.  Aradan on beş yıl geçtikten sonra ikinci kez okuduğumda yine çok etkilendim ama bu kez durum farklıydı. İkinci okuyuşumda yaşadığım deneyim, bir çağdaş klasiği okuyup bitirmenin çok ötesindeydi. Bu kadar etkilenmemin en önemli nedeni, hayatımda yeri çok özel olan felsefe öğretmeni Duygu Çağlar’ın (kendisi nikâh şahidim aynı zamandaJ) ayrıntılı araştırma ve notlarını paylaşarak kitaptaki olay ve karakterlere farklı bir açıdan bakmamı sağlaması.  Bir de gerek dünyada gerekse ülkemizde iktidar kavramının, aradan geçen on beş yıllık süre içinde çok değişmiş, köprünün altından çok sular akmış olması… Duygu Çağlar bu çalışma sırasında, yaptığımız okumadan yola çıkarak kendimize öncelikle “İnsan nasıl bir varlıktır?” sorusunu sormamızı sağladı ardından bir kitabı farklı şekillerde nasıl değerlendirebileceğimize dair ipuçları verdi. 

Ekim devriminin sert bir eleştirisi olan “Hayvan Çiftliği”nin başkişileri hayvanlardır. Bir çiftlikte kötü şartlarda yaşayan hayvanlar… Kendilerini sömüren insanlara başkaldırıp çiftliğin yönetimini ele geçirirken tek amaçları daha eşitlikçi, herkesin refah içinde yaşadığı bir toplum oluşturmaktır. Kısa bir süre sonra iktidarı en akıllıları olan domuzlara devrederek eskisinden daha acımasız yönetildikleri bir toplumun içine düşerler. İsimleri tesadüfen koyulmamış olan “dört ayak”lar aslında George Orwell’in eleştirilerinden nasiplerini alan liderlerdir. Yazar, eleştirdiği sistemin ve kişilerin adını vermese de kolaylıkla benzetmeler yapabilmemizi sağlayacak noktalara değinir. Hayvanlar üzerinden, insan denilen varlığın iktidarı eline geçirince neler yaptığını, iktidarın aslında hayatımızın her yerinde, her alanda karşımıza çıktığını, kitabı okudukça endişeyle fark etmemizi sağlar. Ele geçiren insanların iktidarı doğru kullanması için biz iktidarı verenlerin hiçbir şey yapmadığımızı, mevcut konfor alanımızdan taviz vermemek için her şeye “evet” diyerek nasıl mutsuz insanlara dönüştüğümüzü görmemizi ister. Kendimizi kitabın sayfalarını çevirdikçe iktidarın cinsiyetinin neden erkek olduğunu, iktidar kadınlarda olsa dünyanın farklı bir yer olup olmayacağını sorgularken buluruz. 


Her satırında hem tarihi hem de yaşadığımız dönemi, bizi yönetenleri, güç kavramını bir kez daha sorgulatan eser, yazılmasının üzerinden bu kadar uzun zaman geçmesine rağmen günümüz siyasetine de ışık tutuyor.  Bugün de etrafımıza baktığımızda, iktidarı elinden kaçırmamak için güç kullanmaktan çekinmeyen Napoleonları, hiç durmadan çalışan ve tek amacı daha çok çalışmak olan işçi at Boxerları, az konuşan, huysuz, her yeniliğin geçici olduğunu bilen eşek Benjaminleri, iktidara başkaldırmadan yaşayan hayvanların öldükten sonra kavuşacakları şeker dağlarını anlatan din bilimci karga Moses’i, tek derdi şeker yemek ve kurdeleler takmak olan kısrak Moly’yi insana dönüşmüş halde görebiliriz. Zaten iktidarların her başı sıkıştığında kendilerine mutlaka bir domuz Snowball bulduklarına, toplumun okuma yazma bilen aydını keçi Murriel sorumluluğunu yerine getirmediği için okuma yazma bilmeyen cahil kesimin sistemi nasıl etkilediğine  her gün şahit olmuyor muyuz? Özellikle de her krizde koro halinde “Dört ayak iyi, iki ayak kötü” diyerek ayaklanmaları önleyen koyunlar, iktidarı korumak için salyalarını akıtan ve ısırmaktan çekinmeyen köpekler her yerde karşımıza çıkmıyor  mu? Kitabın sonunda kendime soruyorum peki ben kimim? Pink Floyd’a "Animals" albümü için ilham veren  hayvanlardan hangisiyim? 

Kitaplara ve Okumaya Dair

  KİTAPLARA VE OKUMAYA DAİR “Akşam vakti, büyüleyici bir masalın tam ortasındaki bir çocuğa, kerameti kendinden menkul bir gerekçe göstere...