31 Aralık 2017 Pazar

Teknoloji Çağı Çocuklarını Eğitmek


                 
                 Öğretmenlik mesleğinde, yeni bilgilere açık olmak ve sürekli öğrenmeye çalışmak en az tecrübeli öğretmen olmak kadar değerlidir. Çalıştığım kurumun bu konuda çalışanlarını sürekli destekleyen, “öğrenen öğretmen” kavramına çok kıymet veren bir okul olması en büyük şanslarımdan biri.
Yılın son haftasında da devam ettiğimiz “öğrenen öğretmen” eğitimleri kapsamında ODTÜ Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Bölümü öğretim üyesi Soner Yıldırım’dan bir eğitim alma şansım oldu. Eğitimin konusu “Teknoloji Çağı Çocuklarını Eğitmek”
Konu, adından da anlayacağımız üzere biz öğretmenlerin kafasının en karışık olduğu kavram olan “teknoloji” üzerineydi. Sınıf öğretmenleri olarak derslerimizde zaman zaman teknolojinin eğitim konusunda sağladığı nimetlerden faydalanırken zaman zaman da -özellikle çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerine şahit olduğumuzda ya da bunlarla ilgili bir şeyler okuduğumuzda-  teknolojiyi tamamen yok sayma eğilimdeyiz. Dinlediklerim eğitim teknolojilerini kullanırken dikkat etmem gereken noktalarda farkındalığımın artmasını sağladı. Öğrendiklerimi yazıya dökmek istedim.
Öncelikle öğretebilmek için öğrenmenin ne olduğunu iyice anlamamız gerekiyor. Öğrenmenin iki önemli temeli var. Bunlardan biri hepimizin bildiği üzere fizyolojik temeller. Öğretmeni olduğumuz yaş grubunun fizyolojik özelliklerini çok iyi bilmeli ve tanımalıyız. Yaş düzeyine uygun olarak öğrencilerin hareket ihtiyacına cevap vermeli, aralıklı ve çoklu tekrarlar yapmalıyız. Bir diğer temel ise genellikle göz ardı etme eğiliminde olduğumuz öğrenme psikolojisi. Aslında yapmamız gereken şey belki de işin psikolojik boyutunu ön plana çıkarıp kalıplardan kurtulmak… Öğrencilerin duygularını işin içine katarak yaptığımız her hamle öğrenmenin kalıcı olmasını sağlıyor.
“Bu kalıplardan kurtulurken teknolojiyi nasıl kullanmalıyız?” sorusu burada karşımıza çıkıyor. Bunun için de yapmamız gereken, öğrencilerimizin fizyolojisi ile bağlantılı olarak insan beynini tanımaya çalışmak.
Bu konudaki ilk ve en önemli bilgi, beynimizin 4.5 milyon yılda evrimleşmiş olduğu bilgisi. İnternet ise hayatımızda sadece 20 yıldır etkin, üstelik sürekli gelişiyor.  İnternetle birlikte insan o kadar fazla bilgiye maruz kalıyor ki düşünme kapasitesi 20 yıl öncekiyle aynı olan beynimiz buna uyum sağlamakta zorlanıyor. Kısacası bu kadar fazla bilgiyle beynimiz başa çıkamıyor.
Aldığım eğitimde paylaşılan bir araştırma beni gerçekten çok etkiledi. Bu araştırmanın ortaya koyduğu sonuçlara göre, ortalama bir ortaokul öğrencisi bir gününün 145-225 dakikasını internette geçiriyor. Bu 4 saatlik bir süre demek… Gününün 9 saatini okulda geçiren bir öğrenci için bunun ne kadar büyük bir zaman aralığı olduğunu fark ettiğimde gerçekten çok şaşırdım. Eve döndükten sonra aileleri ile geçirebilecekleri vakitlerinin neredeyse tamamı demek bu…
Başka bir araştırmanın sonuçlarına göre, en iyi öğrenme kanalı youtube. Ancak burada yer alan videoların süresi 3 dakikayı geçerse kapatılıyor. Teknolojinin bizi getirdiği nokta çocukların sadece duyarak ve görerek öğrenme konusunda istekli hale gelmiş olmaları. Dikkat süresi artık 8 saniyeye kadar düşmüş durumda.
Buradan yola çıkarak günümüzde sosyal becerilerini geliştirmiş olan insanların öne çıkmaya başladığını söyleyebiliriz. Yani empati kurabilen, problem çözme becerisi gelişmiş insanlara daha çok ihtiyaç duyuluyor. Bunu fark edip önlem almaya çalışan ülkeler var. Örneğin İngiltere’de matematik dersi başarısının düşmesi üzerine çocuklara felsefe okumaları yaptırılıyor ve başarının artmaya başladığı gözlemleniyor. Farklı ülkelerde yapılan çalışmalarla bu örnekler çoğaltılabilir.
                İngilizce "no mobile phobia" dan türetilen nomofobi cep telefonuyla iletişim olanağından uzak kalma korkusu olarak tanımlanıyor ve genç nesilde gittikçe yaygınlaşmakta. Cep telefonuna ulaşamayan çocuklarda panik ve kaygı artışı başlıyor ve bazı durumlarda olumsuz fiziksel tepkilere kadar gidebiliyor. Buna bağlı olarak ders süreleri çocuklara uzun gelmeye başlıyor ve çocukları sınıfta tutmak zorlaşıyor.
Peki biz ne yapmalıyız? Eğitim teknolojilerini, öğrencilerin kritik düşünme becerilerini geliştirecek şekilde kullanmaya gayret ederek başlayabiliriz. Bir problemi farklı yollardan çözmeye yarayan yaratıcılık kavramını ön planda tutmalıyız. Öğrencilerin hareket ihtiyacını karşılamaya yönelik etkinlikleri ders planlarımıza dahil etmeliyiz. Elle yazı yazmanın, parmak kullanımı ile öğrenme arasındaki bağlantının farkında olup öğrencilerin kendilerini yazarak ifade etmelerinin önünü açmalıyız. Öğrenmede hikayelerin ve hikayeleştirmenin önemini fark ederek bu alanda çalışmalarımızı artırmalıyız. Bunları yaparken teknolojiyi amaç olarak değil araç olarak kullanmak hedeflerimize ulaşmamızı kolaylaştırabilir. Tamamen yok saymadan, yerinde ve kıvamında kullanarak…

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Tespitleriniz ve yorumlarınız o kadar yerinde ki...Bu konuyla ilgili ben de -bir anne olarak- çok düşünüyorum. Bazen akışına bırakıyorum ve görüyorum ki çocuğu pasifleştiren bu süreçte ben müdahale etmezsem ipin ucu kaçıyor. Dediğiniz gibi çocuğun ilgi ve ihtiyaçlarını çok iyi tanımak ve teknolojiyi yok saymadan hayatına katabilmesine yol gösterici olmak, öğrenmeyi öğrenmesini sağlamak çok önemli.

Kitaplara ve Okumaya Dair

  KİTAPLARA VE OKUMAYA DAİR “Akşam vakti, büyüleyici bir masalın tam ortasındaki bir çocuğa, kerameti kendinden menkul bir gerekçe göstere...