Bir ülkede okumaya karşı istek artmadıkça, gaflet ve bu
gafletten doğacak felaketler azalmaz.
Benjamin Franklin
Aslında
yazımı geçtiğimiz hafta kutladığımız “Kütüphaneler Haftası” ile ilgili yazmak
istiyordum. Bu konuyu da kapsayan küçük bir deneyim yaşadım ve ona yer vermek
istedim.
Hafta sonu
havayı güzel görünce, sandviçlerimizi yaptık, kahvelerimizi, meyve sularımızı
hazırladık, yanımıza meyvemizi, piknik örtümüzü alıp kendimizi çayıra çimene
vurduk. Sessiz sakin, sadece çay servisi yapılan bir alana yaydık örtümüzü,
oğlumun çok sevdiği tarzda pikniğimizi yapmaya başladık. (Çünkü piknik mutlaka
yerde oturarak yapılır😉)
Biraz
yiyip içtikten sonra oğlumla eşim top oynamak için yanımdan kalktılar. Bu arada ben de
uzandım, açtım kitabımı bir taraftan okuyorum, bir taraftan atıştırıyorum, keyfime
diyecek yok kısacası. Geçtiğimiz hafta okulda muhteşem etkinliklerle
kutladığımız kütüphaneler haftası nedeniyle yaptığımız çekilişte hediye edilen
harika bir kitap var elimde. Okudukça mest oluyorum. Bu sırada oğlumla eşimin
biraz uzaklaşmış olduklarını fark etmedim. Bir gölge belirdi yanımda. Servis
yapan arkadaş çayımızı demlemiş getirmişti. Demliği bıraktıktan sonra dikilmeye
devam etti. Parayı peşin ödememizi istiyor diye düşündüm ama yanılmışım. Ben
çantamı aranırken başladı konuşmaya: “Abla, burası kitap okunacak yer mi?
Gelmişsin buralara, doğayı seyret, çayını iç, ÇOCUĞUNLA İLGİLEN.”
Çocuğum
olduğundan beri beni benden alan son cümleyi duymazdan gelip cevap verdim: “Kitap
okumak için doğadan güzel yer var mı? Ben bayılırım açık havada kitap okumaya.”.
Sanırım ikna etme konusunda çok başarılı olamadım ki kendisi devam etti: “Abla,
kitap her yerde okunur. Evinde oku, işyerinde oku.” Nasıl bir işim olduğunu
düşündü acaba bilmiyorum, onu merak etmek sonradan aklıma geldi🌝
İçimden gelen cevap şuydu: “Madem
kitap her yerde okunur neden burada okuyamıyorum?” Tabii ki vermedim bu yanıtı.
Sadece gülümsedim ve servis için yardıma ihtiyacı olup olmadığını sordum. Çünkü
niyetinin hiç kötü olmadığını biliyordum. O sadece benim doğanın tadını
çıkarmamı istiyordu. Bir de çocuğumla ilgilenerek toplumun benim için
belirlediği rolü hakkıyla yerine getirmemi. Sıkıcı şeylerle vaktimi
harcamamalıydım. Ya keyif yapmalıydım ya da kutsal annelik müessesesinin
gerekliliklerini yerine getirmeliydim. Bu arada biraz ileride tavla oynayan
çift ve telefonlarıyla ilgilenen insanlar-ki bizi hiç ilgilendirmez- benimle
aynı kaderi paylaşmadılar. Onlar doğada yapılması gereken neyse onu
yapıyorlardı. Sorun benim bu kadar güzel bir ortamda bu kadar sıkıcı bir şey
yapıyor olmamdaydı.
Toplumumuzda
okumanın ve okuyan insanın yarattığı etkinin genellikle olumsuz olduğuna
sıklıkla şahit oluyoruz aslında. “Bu kadar okuyup ne yapacaksın?” cümlesi sık
sık çıkar karşımıza ya da çok okuduğu için –af edersiniz- kafayı yemiş
insanların hikâyelerini duyarız sıkça. Yani biraz korku da var sanki işin içinde.
Yoksa okumaya karşı bu kadar olumsuz duygular besleyen toplumumuz aslında bazı
şeylere sadece cehaletle katlanabileceğimiz bilgeliğine mi sahip farkında
olmadan?
Türkiye
İstatistik Kurumu’nun yaptığı kitap okuma alışkanlıkları istatistiğine göre
Türk insanı günde 6 saat televizyon izliyor, 3 saat internete giriyor, sadece 1
dakikasını kitap okumaya ayırıyor.
Ayrıca kitap okuma faaliyeti ihtiyaç listemizde 235. sırada yer alıyor.
Yazının
başında da belirttiğim gibi geçtiğimiz hafta "Kütüphaneler Haftası" kutlandı. Öğrencilerimizde, toplumda okuma alışkanlığının artırılması için yapılabilecek
etkinlikler konuşuldu. “Okumak Değiştirir!” sloganıyla 81 ilde eşzamanlı okuma
aktivitesi yapıldı. Kitap okumanın kazandırdıkları tekrar tekrar anlatıldı.
Oysa biliyoruz ki sadece okullarda bu haftayı kutlamakla artmayacak okuyan
insanların sayısı. Bu istatistiklerin değişmesi için yapmamız gereken çok şey
var. Okumaya karşı istek uyandırmanın yollarını biliyoruz aslında. Teoride hepsini bilsek de uygulamada çok zorlandığımız şeyler. Çocuğumuza model olmaktan başlayıp düzenli okumayı alışkanlık haline getirmeye kadar bir çok yolu olduğunun farkındayız. En yakındaki kütüphaneye üye olmanın ne kadar kolay olduğunu da tahmin ediyoruz. Keşke hemen şimdi bildiklerimizi uygulasak, ve keşke ülkemizde gafletten
doğacak felaketlerin ülkemizde yok olduğuna hep birlikte şahit olsak…
2 yorum:
Sanırım benzer deneyimleri hepimiz sıkça yaşıyoruz. Günde 6 saat TV ortalaması gerçekten başka hiçbir şeye fırsat vermeyecek kadar yüksek bir süre. Televizyon karşısında pasif vakit geçirmeye bu kadar alışık insanların kitap okumak gibi aktif bir eyleme geçmesini beklemek de fazla idealistlik oluyor korkarım...
Çocuğunla ilgilen :)))
Yorum Gönder