VEBADAN CORONAYA
“Bir kenti tanımanın en bilindik
yollarından biri de insanların orada nasıl çalıştığına, orada birbirlerini
nasıl sevdiğine ve nasıl öldüğüne bakmaktır.”
Albert Camus
Hayatımızın en ilginç dönemlerinden
birini yaşadık, yaşıyoruz. Hepimiz şoktayız. Salgın sözcüğünü pek çok kez
duymuş olmamıza, hakkında pek çok film izleyip çokça kitap okumuş olmamıza
rağmen şoktayız üstelik. İzlediğimiz filmlerde, okuduğumuz kitaplarda karşımıza
çıkan salgın görüntülerini ve anlatılarını uzak çok uzak bir geçmişin bize asla
denk gelmeyecek çaresizliği olarak algılamıştık çünkü. Ta ki ne olduğunu fark
etmeden kendimizi okuduklarımızın ve izlediklerimizin bir benzerinin içinde
bulana kadar. Ne yapacağımızı bilemedik- hala bilmiyoruz, hislerimizi ifade edemedik-
hala edemiyoruz. Duygularımız “aslında bize çok şey kazandırdı” ile “bitsin
artık, bezdim” arasında oldukça geniş bir yelpazede.
Kendi
adıma kazandıklarımdan en önemlisi sanırım “bitpazarına nur yağdırmak” oldu.
Yıllar önce okuduğum kitapları döktüm ortaya, seçtim, beğendim, okudum. Tabii
ki seçtiklerim bazen bilinçli, bazen bilinçsiz, ama hep dönemin ruhuna uygun
oldu. Dönemin ruhu ve salgın denilince aklımıza ilk ne gelmeliydi? Tabii ki
Veba... Cezayir asıllı Fransız düşünür ve yazar, varoluşçuluk akımının
öncülerinden ve absürdizmin babası Albert Camus’nün 1941 yılında yazmaya
başladığı, 1947’de yayımladığı, Avrupa romanlarının en önemli örneklerinden
biri olan Veba…
Önce
Camus’den başlayalım: Yazarımız eserini kaleme almadan önce dünya tarihinde yer
alan büyük veba salgınlarını derinlemesine araştırır. 14. Yüzyılda Avrupa’da
çok sayıda insanın ölmesine neden olan kara vebayı, COVID-19’un da çok sayıda
can kaybına yol açtığı, İtalya’nın en güzel bölgelerinden biri olan
Lombardiya’da 1630’da baş gösteren İtalyan vebasını, 1655’te İngiltere’de yaşanan
büyük veba salgınını, 19. Yüzyılda Çin’in doğu sahillerini kasıp kavuran
ölümcül felaketi. Tabii ki bu dönemlerde insanların verdikleri tepkileri ve
tepkilerinin sonuçlarını…
Albert
Camus için hayat yaşanmaya değmeyecek kadar absürd, bu kadar kötülüğün
yaşanmasına karşı çıkmayan tanrı ise inanılmasına gerek olmayacak kadar
önemsizdir. O bunlara ihtiyaç duymadan aziz olunup olunamayacağını sorgular
yapıtlarında. Önemli olan, elimize inanılmaya değer olmayan bir tanrının
verdiği, yaşanmaya değmeyecek bir hayatla neden hala çarkın içinde olduğumuzu
bulmaktır.
Gelelim
kitabımıza… “Bu güncenin konusunu
oluşturan ilginç olaylar 194…’te Oran’da meydana geldi. İlk bakışta Oran,
gerçekten de sıradan bir kent, Cezayir’in bir Fransız ilinden başka bir şey
değildi.” Camus kitabın ilk cümlelerinde olayın geçtiği o silik ve sıkıcı
kasabayı bu cümlelerle tanımlar ve ekler: “Kentin
kendisi de itiraf etmek gerekir, çirkindir. Her yerde olduğu gibi Oran’da da
zamansızlıktan ve düşünememekten insanlar bilmeden birbirini sevmek zorundadır.
Hem sonra hiçbir şeyi abartmamak gerekir. Altı çizilmesi gereken, kentin
sıradan görünümüdür. Renkten, bitkiden ve ruhtan yoksun kentimiz aslında
dinlendiricidir. ” İşte böyle bir
atmosferde başlar her şey. …
Bir
sabah başkarakterimiz Dr. Bernard Rieux eşini tedavi göreceği hastaneye yolcu
etmek için evden çıktığında farelerle karşılaşır. Başlangıçta farelerin varlığına
kimseler inanmaz. Ancak fareler, vebaya yakalanan kişilere yaşattıkları ağrı ve
acılarla, her sokak başında üst üste yığılmış leşleri ve yarattıkları korku ile
yavaş yavaş Oran’ın gündeminde çok önemli bir yer kaplamaya başlar. Ölü sayısı
her geçen gün artar. Bir günde veba nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı inanılmaz
bir noktaya ulaşır. Karantina başlar, şehre giriş ve çıkışlar yasaklanır.
Bu
arada başkarakter demişken şunu da eklemekte fayda var, her ne kadar Dr. Rieux
kurgunun başından sonuna kadar canı pahasına veba ile mücadele etse de okumayı
tamamladığımıza onu pek de iyi tanıyormuş gibi hissetmeyiz kendimizi. Kitapta tüm ayrıntıları ile irdelenen tek şey
vebanın kendisidir karakterler değil.
Veba
teması ile iyilik ve kötülük sorgulanır, din ve erdem tartışılır. Şüphesiz
kitabın en etkileyici paragrafları başlangıçta bu felaketin dinden yoksunlukla
ortaya çıktığını savunan ancak günahsız bir çocuğun ölümünü gördüğü zaman
fikrini değiştirmeye başlayan papaz ile doktor arasında geçen diyaloglardır. Din adamı vebanın ahlaksızlığı yok etmek için
ortaya çıktığını savunurken Dr. Rieux acının sadece ahlaksızlara musallat
olmayan, rastgele dağıtılan bir şey olduğunu savunur ve insanların acılarını
yok etmek için elinden geleni yapar. Ne kadar absürd olsa da ona göre
de veba ile savaşmanın tek yolu ahlaklı olmaktır. Sadece onun ahlak anlayışı
farklıdır. Bir hastası “Ahlaklı olmak
nedir peki?” diye sorduğunda Dr. Rieux “Benim
yaptığım işi yapmaktır.” diye cevap verir. Durum böyleyken, bilim bir
taraftan, din diğer taraftan ahlakı kendilerince sorgularken halk ne
yapmaktadır peki? Tabii ki bizim yaptığımızın aynısını… Yazara göre, şehrin
sakinleri bu durumun uzun sürmeyeceğini, hala özgür olduklarını düşünmeye devam
eder: “Aralarından bazılarının hala özgür insanlar gibi hareket ettiğini,
hala seçme özgürlükleri olduğunu düşündükleri bile oluyordu. Ama işin doğrusu
artık bireysel yargı diye bir şey yoktu. Veba ya da herkesin paylaştığı
duygulardan oluşmuş ortak bir tarih vardı.”
Aradan
bir yıl geçtiğinde, Oran’da veba
ortaya çıktığı gibi yok olur, halk bunu kutlar. Acılar sona ermiştir. Günlük
hayatın normalliğine geri dönülebilecektir artık. Sadece doktor bunun kesin bir
zafer olmadığını bilir. Çünkü ona göre; veba
asla ölmeyecektir. Yatak odalarında, mahzenlerde, sandıklarda, mendillerde ve
eski gazetelerde sabırlı bir şekilde bekleyerek, zamanı geldiğinde mutlu
şehirlerdeki farelerini canlandırıp sakinlerini yok edecektir.
Ölüm konusunda tarih boyunca çok
ilerleme kaydedememiş insanlar olarak bizim de bir ortak tarihimiz var artık.
Bir kez daha gördük ki hayatta kalmak insanların en temel önceliği. Peki nedeni ne olursa olsun -veba, korona,
savaş, silah- kaçamayacağımızı bildiğimiz bir son olmasına rağmen neden
yaşıyoruz? Camus ünlü absürdlük felsefesinde tam olarak
bunu anlatır işte. Der ki: “Yaşamın
içinde yer alan absürdlüklerin
farkına varmak, bizi umutsuzluğa değil trajikomik bir kurtuluşa, kalbimizin
yumuşamasına, yargılamaktan uzaklaşmaya ve neşeyle minnettarlığı ahlakımız
haline getirmemizi sağlamalıdır.”
Biz de artık normalleşme sürecine
girdik. Kutlama yapacağımız gün yakın gibi. Umarım kutlamaların yapıldığı o
güzel gün geldiğinde geride umudu yenilenmiş, kalbi yumuşamış, yargılamaktan
uzaklaşmış, neşeyi ve minnettarlığı ahlakı haline getirmiş bir insanlık kalır…
4 yorum:
Canım Fundacım , harükulade bir bilgi ve yorum . Yazmalara devam lütfen , bilgi paylaşıldığı sürece faydalıdır , bayıldım ... müsadenle sayfam da paylaşıyorum . 💞👏👏👏🍀🍀🍀🐞🐞🐞🐞🧿🧿🧿🙏🙏🙏💐🌈
Camus'den alıntılar çok yerinde. Gůzel ve derinlikli bir yazı. Veba'nin Coronayla karşılaştırılması başarılı. Kutluyorum. Emeklerin hep var olsun.
Soluksuz okuduğum bir yazı...
Bir de roman yazsan, nasıl su gibi okurdum bilemiyorum.
Kalemine, yüreğine sağlık.
Camus’un absürtlük felsefesi hayatın özeti aslında. Alıntılar çok güzel ve anlamlı kalemine sağlık.
Yorum Gönder