17 Eylül 2020 Perşembe

Kabil'i Yetiştirmek

 



KABİL’İ YETİŞTİRMEK

Bütün çocukları severim. Oğlanlar hariç.

Lewis Caroll

 

            Geçtiğimiz yaz okuduğum bir kitaptan çok ama çok etkilendim. Tesadüfen keşfettiğim kitap, başlığı ile ilgimi çekti önce. O sıralar Saramago’nun Kabil’ini okuyordum ve zihnim onunla fazlaca doluydu. Başlığı ile dikkatimi çeken kitabın arkasına şöyle bir göz attığımda bu keşfin bir tesadüften fazlası olduğunu hissettim. Şöyle yazıyordu: Kabil’i tarihin ilk saldırganı yapan öge, gördüğü acı verici muameleye dayanmasını sağlayacak duygusal eğitimin eksikliğiydi. Peki bu duygusal miras oğullarımızda hala yaşıyor olabilir mi? Kabil’i kendi oğullarımızda sil baştan yetiştirmemiz ve bu sefer ihtiyaç duyduğu duygusal farkındalığı da ona kazandırmamız mümkün mü?

            Kadın cinayetlerinin, tacizlerin sıkça görüldüğü, kadınların ötekileştirilmesine her geçen gün biraz daha alıştırıldığımız, adım başı duygularını ve dolayısıyla da kendilerini kontrol edemeyen adamlarla karşılaştığımız bu coğrafyada mümkün olabilir miydi böyle bir şey? Oğullarımızı, öğrencilerimizi duygularını kontrol eden kişiler olarak yetişkinliğe hazırlayıp, düzenli olarak başkalarının üzüntüsüne dair ipuçlarını görmezden gelen adamlar olmaktan kurtarabilir miydik? Kabil’in hikayesi farklı bir sonla bitebilir miydi?

            Herkes bilir Kabil ile kardeşi Habil’in hikayesini. Tekvin (Yaratılış) kitabındaki bu kıssa gayet yalındır aslında. İki erkek kardeş, Tanrı’yı memnun etmek için ona hediyeler sunarlar. Kabil tarlasındaki meyveleri Habil ise sürüsündeki en değerli koyunu getirir. Tanrı Habil’in hediyesine iltifatlar yağdırırken Kabil’in hediyesi ile hiç ilgilenmez. Kabil bu davranış karşısında kendisini aşağılanmış hisseder, yüzü düşer yine de ağzından duygularını ifade edecek tek bir söz bile çıkmaz. Tanrı, Kabil’e neden surat astığını sorar ve mutlu olması gerektiğini öğütleyen sağlam bir söylev verir. Kabil incinir ama susar. Sonunda öfkeden gözü dönmüş bir şekilde tarlasına kadar sürüklediği kardeşinin canını alır.

            Kıssa, aslında kardeş rekabetine dair olsa da bize daha fazlasını anlatır. Günümüzdeki oğlanların duygusal yaşamından yansımalar görürüz Kabil’in hikayesinde. Hiçbir şeyi umursamaz görünen oğlanların da sevgi ve saygı görme isteği, aşağılanma ve utanç karşısında iletişim kurmak yerine şiddete başvurma, öfkelenme eğilimi bu hikayenin de konusudur aslında. Her oğlanın anne ve babasını-özellikle de babasını- memnun etme arzusunu ve kötü yönetilen bir dizi duygusal tepkinin nasıl trajik bir sona ulaştığını gösterir bize. Benzer şekilde, duygularından uzak kalmış, başkalarının duygularına da duyarsızlaşmış oğlanların yaşamında Kabil’in öyküsü yankılanır. Kabil duygusal farkındalıktan ve empatiden yararlanabilseydi sonuç farklı olur muydu?

            Öyküye bu açıdan baktığımızda günümüzün Kabilleri için neler yapabiliriz?

Platon, MÖ 4. yüzyılda oğlanlar için “bütün vahşi hayvanlar arasında zapt edilmesi en zor olan” demişti. Bu düşünce popülerliğini günümüzde de koruyor. Oğlanlara yönelik bu bakış, sınıf yönetimi felsefesinde şöyle bir sorun yaratıyor:

Eğer öğretmenler bir oğlanın enerjisini ve hareketliliğini (söz konusu varsayımlardan yola çıkarak) “vahşi” ve “tehditkar görmeye programlıysa bizler de oğlana sert bir şekilde karşılık vermeyi, onu gereğinden fazla düzeltmeyi veya azarlamayı, hatta onu “hizaya getirmek” için fazlaca kararlı ve kontrolcü olmayı meşru bir tutum gibi görürüz. Oğlanların, kendilerine kontrolcü davranılmasına verdikleri en yaygın tepki ise kontrol edilmemektir. Yani zıtlaşmak ve başkaldırmaktır.

Özellikle ilköğretim büyük oranda dişil bir ortamdır. Ağırlıklı olarak kadın yönetici ve öğretmenler bulunmaktadır. Bu insanlar da oğlanlardaki yüksek hareketliliğe ve düşük dürtü kontrolüne hoşnutsuzlukla yaklaşır görünmektedir. Oğlanların sevdiği koşmak, fırlatmak, güreşmek, tırmanmak gibi her şey okullarda normal olarak kural dışıdır. Bir oğlanın bu ortam içinde yaşadığı deneyim, güller arasında bir diken olmaya benzer: Farklı, ikinci derecede önemli, bazen hoşnutsuzlukla bakılan bir varlıktır ve bunun farkındadır.

Oğlanlardaki “farklılık” özünde kötü değildir. Ama öğretmenlere, okul kültürüne, hatta bizzat oğlanların kendisine güçlük çıkarır.

Oğlanlar genel olarak hareketli ve dürtüseldir. Enerjileri bulaşıcıdır, özellikle de diğer oğlanlara. Risk alırlar, düştüklerinde ya da azar işittiklerinde canlarının yanacağından habersiz görünürler. Oğlanlar doğrudandır. Düşünceleri de eylemleri de basittir. Dil yetenekleri yavaş gelişir, uzlaşma yerine eylemi tercih ederler (kalem almak için sıra beklemek yerine kutuya yapışmayı tercih etmek gibi).

Sayılan bu nitelikler harekete ve dürtülere yer veren bir oyun sahasında oğlanların lehine çalışır ancak aynı nitelikler sınıf içinde genellikle daha çok işbirliğine yatkın, düzenli ve başarılı öğrenciler olan kızların yanında lütuf olmaktan çıkıp külfete dönüşmektedir. Birçok öğretmen sorunlu sıfatıyla değerlendirilmeyen oğlanların bile hareket, tavır ve davranışlarında ortaya çıkan eril yapıları, okulda başarı kazanmak için üstesinden gelinmesi gereken kalıplar olarak ele almaktadır.

Oğlanların kızlara göre daha düşük performans göstermelerinin nedenlerinden biri kızlara göre daha yavaş olgunlaşmaları, ikincisi ise daha hareketli olup dürtü kontrolünü kızlardan daha yavaş geliştirmeleridir. Kızların oğlanlardan daha erken olgunlaşıyor olması, kızların bilişsel kilometre taşlarını çoğu zaman oğlanlardan daha erken geçtiği anlamına gelir. Kızlar şeylerin isimlerini (örneğin renkler) ve sayı saymayı daha erken öğrenirler. Bu yüzden, öğretmenler daha birinci sınıfta okumayı öğretmek için ilk adımları atmaya başladıklarında hazır ve nazır bekleyenler genelde kızlardır. Bu nedenlerle oğlanların ilk sınıflarda öğrenme güçlükleri çektiklerine dair hatalı teşhislerle karşılaşmaları daha yüksek olasılıktır.

Kısacası okuma öğrenmeye başladığımız yaşlar kızlara uygun olsa da oğlanları dezavantajlı kılmaktadır. Bunun sonucu olarak oğlanlar ilkokuldaki temel öğretim etkinliklerinde kendilerini kızlar kadar yetkin ve değer görmüş hissetmemektedir. Gerçek öğrenme güçlüğü ile mücadele eden oğlanlar ise okul başarısı yolunda çok daha büyük engellerle karşılaşırlar ve öğrenci olarak verdikleri ümit kırıcı mücadele yaşamlarını da tanımlar hale gelir.

Bir oğlan, anaokulundan altıncı sınıfa kadar binlerce saatini okulda geçirir. Hem kendi okul deneyimleri hem de orada karşılaştıkları öğretmen ve yetişkin tutumları onu derinden biçimlendiren etkiler yaratır. Tipik bir oğlan ilkokul müfredatının gelişimsel ve akademik gereklerini karşılamaya çalışırken özel bir mücadele vermek zorunda kalır. Genellikle üçüncü sınıfa geldiğinde öğrenme hevesini yitirmiş, dikkati dışarıya kaymış ve okulu hiçbir şeyi doğru yapamadığı yer olarak hafızasına kazımış oğlanların mücadelesini görürüz. Belki iş hayatında kızlardan daha başarılı olurlar ama ruhlarında hep aynı yabancılaşmayı hissederler. Sebat edip sınıfı geçerler ama zevk alarak öğrenmezler ve yaşamlarının öğrenme açısından bu en verimli yıllarındaki büyük potansiyeli kaybederler.

Kılavuz ilke olarak hatırlanması gereken en önemli şey, oğlanın özgüvenini okula devam ederken sağlam tutmaya çalışmaktır. Başarısı ve ruh sağlığı açısından gerçek risk bu çağdadır. Mezun olduğunda her şey değişecek. Kelimeleri iyi telaffuz etmesinin ya da okumayı sekiz yaşına kadar sökememiş olmasının hiç önem taşımayacağı, kendine uygun bir yer bulacak bu dünyada. Ama okulda başarılı olamadığı için kendinden nefret etmeye başlarsa derin bir çukura düşmüş demektir ve hayatının geri kalanını da buradan çıkamaya çalışarak geçirecektir.

 

 


10 yorum:

aysunazyildiz dedi ki...

Halaciğim her yazin bir öncekinden daha güzel. Seninle gurur duyuyorum. Öğrencilerin çok şansli, okul hayatina senin gibi bilgili ve kendini her zaman gelistirmek icin cabalayan bir öğretmenle basladiklari icin. Umarim ben de okuduklarimi senin kadar iyi analiz edebilecek seviyeye gelirim.

Unknown dedi ki...

Sevgili Fundacığımız ,,, yeğeninin yazdıklarına tüm kalbimle katılıyorum , şahane bir analiz . Tebrikler !!!

Unknown dedi ki...

Sevgili Funda öğretmenim. Hem çok iyi bir öğretmen,iy bir okur, iyi bir gözlemci ve yazarsın.Ayni zamanda iyi bir annesin. Ne mutlu bize ki senin gibi kiymetli ogretmenlerimiz var. Keşke sayıları artsa. Değerlendirmene bayildim. Kutluyorum seni daha once de söylemişimdir. Bu yazilarin internette kalmasin kitaplassin. Bir çok öğretmene ana babalara rehber olsun. Çünkü çok aydınlatıcı. Yurekten kutluyor gelecek yazilarini merakla bekliyorum. Sevgiler

Unknown dedi ki...

Sevgili Fundacığım,
Öğretmenliğimizin birkaç yılını birlikte geçirdik ve bu süreçte ne kadar kararlı, ne kadar çalışkan, ne kadar özverili olduğunu hep gördüm. Ayrıca okumaya olan tutkun hep öğrencilerine de yansıdı. Okuduklarını bu şekilde bizlerle paylaşman çok güzel bir fikir, bloğunu keyifle takip edeceğim.
Sevgilerimle,
Sakine Özdemir

Figen Sanchez dedi ki...

Sevgili Funda, yazını büyük bir ilgi ve merakla okudum. Erkek öğrencileri daha yakından tanımak adına çok güzel bir yazı olmuş. Kalemine sağlık.

Unknown dedi ki...

Sevgili Fundacığım,
Bu yazınla beraber bloğunla tanışma fırsatı buldum.Biri erkek diğeri kız ikiz annesi olarak yazdıklarına katılmamak mümkün değil. Diğer yandan ise ileride nelerle karşılaşacağıma dair bir rehber. Bir öğretmen olarak tecrübelerinle önce okuma yanı sıra ise yazma tutkunla bizleri buluşturacagin diğer yazılarını da keyifle bekleyeceğim.
Sevgilerimle,
Öznur Tevis Akarçay

Unknown dedi ki...

Sevgili Fundacığım,
Bu yazınla beraber bloğunla tanışma fırsatı buldum.Biri kız diğeri erkek ikiz annesi olarak yazdıklarına katılmamak mümkün değil.Ayrıca ileride ne tür durumlarla karşılaşacağıma dair bir rehber.Ögretmenlik tecrübenle öncelikle okuma şimdilerde ise yazma tutkunla bizleri buluşturacağın bloğunu keyifle takip edeceğim.
Sevgilerimle,
Öznur Tevis Akarçay

Unknown dedi ki...

Sevgili Funda,
Gerçekten okuma aşkına, okuduğunu yorumlama yetine hayranım. İyi bir öğretmen, iyi bir okuyucu, iyi bir anne olmanın ayrıcalığı var sende. Bu yazınla da iyi bir yazar olduğunu gösteriyorsun. Seni gönülden kutluyorum sevgili arkadaşım.
Arzu Kara

Unknown dedi ki...

Sevgili Funda,çok doyurucu bilgiler gerçekten, tebrikler..Sevgiler
Kübra Coşgun

Unknown dedi ki...

Funda öğretmenim.
Öğrendiğini paylaşmak ve birlikte gelişmek konusundaki ilk etkinliğiniz değil bu rastladığım. Her biri birbirinden değerli paylaşımlarınızı okumak hem eğlenceli hem öğretici. İyi ki sizi tanıdım. Birlikte gelişmeye devam.
Funda Alp

Kitaplara ve Okumaya Dair

  KİTAPLARA VE OKUMAYA DAİR “Akşam vakti, büyüleyici bir masalın tam ortasındaki bir çocuğa, kerameti kendinden menkul bir gerekçe göstere...